Bir Anne’nin Bebeğiyle Acı Buluşması: Rosemary’s Baby


1968 yapımı olan ve İra Levin’in aynı adlı romanından bire bir uyarlanan “Rosemary’s Baby”nin yönetmenlik koltuğundan başarılı bir isim olan Roman Polanski bulunmaktadır. Polanski, dönem itibariyle Avrupa’da çektiği filmlerle adını duyuran bir yönetmendir ve “Rosemary’s Baby” ile yapımcısının ısrarı sonucu yönetmenliğinin yanında senaryosunu da yazdığı film ile Hollywood’a giriş yapmıştır.

Polanski, Rosemary rolü için yapımcısına karısı Sharon Tate’i önermesine rağmen başrolü dizi yıldızı ve Frank Sinatra’nın eşi olarak ünlenen Mia Farrow kapmıştır. Film izlendiğinde anlaşılıyor ki -Tate nasıl oynardı bilinmez ama- Farrow gayet başarılı bir oyunculukla göz doldurmuştur. Filmi neredeyse tek başına alıp götürmüştür. Zaten filmin kadın oyuncuları o kadar başarılı oyunculuklar sergilemişlerdir ki takdire şayandır.

Filme başlarken Polanski öncelikle izleyiciye New York’u kuş bakışı tanıtmak istemiştir. Genelde kullanılan tümdengelim ile filme giriş yapmıştır. Şehir, binalar ve ardından öykünün kahramanlarına geçiş yapılmıştır. Böylelikle hikaye ve şehir ile izleyici bütünleştirmesi yaşatmak istemiştir.

Kahramanımız Rosemary Woodhouse mutluluk ve huzuru kocası Guy ile birleştirmeye çalışan biridir. Taşrada yetişen Rosemary kocasının mesleği nedeniyle (kocası oyuncudur) New York’a yerleşmeyi istemektedir. Taşradan kente geçme isteği filmde sınıfsal kavramlara da değinilmiştir. New York, taşradan geçiş ile sınıf atlamanın temsili bir metafor olarak sunulmuştur. Sınıfsal ayrıcalıklarda filmde işlenen “cadılık” kavramının muhatapları da zengin yaşantıya sahip insanlar olarak verilmişlerdir. Cadılıkla ellerindeki maddi güçler egemen unsurlara dönüşmüştür. Ve cadılık pek çok önemli meslek grubundan insanı kapsayan bir kavram olarak sunulmuştur.

Woodhouse çifti New York’taki hayatlarına alışmaya çalışırken meraklı ve yardımsever komşuları Minnie ve Roman Castevet ile tanışırlar. Meraklı komşu Minnie Castevet rolünde Ruth Gordon oynamıştır. 1968 yılı Amerikasında bile bizdeki “meraklı komşu” karakterinden farkı olmayan ve gördüğümüz anda hiçte yabancı gelmeyen bir “meraklı komşu” canlandırılmıştır. Saçlarındaki bigudileri ile Rosemary’ye uğradığı andan itibaren evdeki her şeyi inceleyen ve hepsinin fiyatını soran bir kadın vardır karşınızda. Her an evin bütün işlerine burnunu sokmaktadır bu kadın. Rosemary çocuk sahibi olacağını öğrendiğinde bile tüm kontrolü üstlenen bir kadındır Minnie. Bu bağlamda izleyiciye role olan inandırıcılığı aşılamıştır. O kadar kendine has bir oyunculuk vardır ki yemek yeme şeklinde bile bunu izleyene aktarabilmektedir.   

Rosemary, komşularının yakın ilgisinden rahatsız olsa da Guy halinden memnundur. Rosemary gördüğü bir rüya sonrası sarsılmıştır. Rüyasında gariplikler sarmıştır dört bir yanını, garip bir şeyin tecavüzüne uğradığını görmüştür. Rüyada bunlar yaşanırken gerçek hayatta da en çok istediği şey gerçekleşmiş ve hamile kaldığını öğrenmiştir.

Gerilim türünün önemli yapıtlarından sayılan “Rosemary’s Baby” bence gerilimden ziyade tamamen dram üzerine kuruludur. Filmde, Rosemary’nin rüyası sahnesinin gerilimin doruklarına çıkarması hedeflenmiştir ama filmin tüm gerilimi bu sahneden ibaret olarak kalmıştır. Öncesinde ve akabinde gelişen hadiseler tamamen olay örgüsü ve Rosemary’nin çok istediği bebeğini karnında büyütürken yaşadıkları olarak verilmektedir. Bu durumda, izleyiciye anneliğin, annenin karnında bebeğin oluşmaya başlamasından itibaren yaşanılan duygu semptomlarıyla sunulmuştur. Bebek ile anne arasında oluşan bağ öylesine olağanüstü verilmiştir ki son sahnelerde Rosemary yaşadığı ikileme cevap bulmuştur.

Filmde yine de pskikolojik gerilim unsurlarına da yer verilmektedir. Özellikle çözüm bölümüne yaklaştıkça psikolojik semptomlar daha da açığa çıkmaktadır. Yeni dönem gerilim filmlerine inat –dönemin getirdikleri de etkili- efekt kullanmadan kurgusal oluşumla filmde gerilim icra edilmiştir. Film sürprizlerle işlenen bir film değildir. Baştan detayları yakaladığınız vakit sonu tahmin etmek hiç zor değil. Fakat film izleyiciyi öyle bir yerde yakalıyor ki tüm tahminlerin değişmesine sebep oluyor. Filmin sonunda yaşananlar ile beklentiler bir anda şaşmıştır ve film tahminlerin ötesinde bitmiştir. Finaldeki vurucu sahneler ile yaşanılanlar baştan sona izlediğiniz her şeyi unutturabilir.
Filme Rosemary’nin çemberinden çıkıp baktığımızda ise havada kalmış sahnelerde yok değil. Filmin başında bir intihar sahnesi yaşanmıştır ve olay bu sahne üzerinden gelişmiştir. Fakat film içerisinde bu detaya geri dönülmemiştir. İntihar eden kızın neden intihar ettiği açığa çıkmamıştır. Woodhouse ve Castevet çiftlerinin buluşması amaçlandıysa ellerinde zaten bir kız vardı. Rosemary’ye ihtiyaç kalmamıştı. Buna benzer olarak açıklanmayıp geçiştirilen hadiselerden bir diğeri de Rosemary ve kocasının taşınacakları evin sahibi kadın ölmesidir. Kadının neden öldüğü verilmemiştir. Çünkü izlerken tahminler kadının cadı olabileceği yönünde ilerlemiştir. 
Filmin bir diğer güzel noktası müzikleridir. 

Filmin bebek temasıyla eş değer kıvamındadır. Ve müzik, filmde işlendiği her sahnede gerilim unsurunu pekiştirmektedir. Özellikle bu açıdan bakıldığından müziğin filmler üzerinde etkisi göz ardı edilemez. Müziğin ezgilerinde adeta annenin hasretle beklediği çocuğu için harmanladığı namelerin dışa vurumu yaşatılmaktadır.

Gerilim tarzı filmleri sevenler için benzer içerikte önerilecek filmler arasında; The Omen, The Wicker Man, Lost Highway bulunmaktadır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar