Ses

"Yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek her zaman yenilenmeyi getirdiğini düşünürüm. Ama bazı zamanlar yolculuklar beni ürkütür. Kaza bela derdinedir bu ürkme.

Bir keresinde ailecek toplandık ve bir yerlere gezmeye gitmiştik. Bulunduğumuz şehrin dışında bir yerlere. Bulunduğumuz yerde piknik te yaptık. Dönüş vakti geldiğinde içimden bir ses oyalanmamız ve o an yola çıkmamız gerektiğini söyleyip durdu. Bir huysuzluk çöktü üzerime annem tarafından “Hadi toparlanalım da yola çıkalım” lafını duyduğumda boğazımda bir düğümlenme oldu. Anlamlandıramadım nedenini ama sürekli gitmeyi geciktirmek adına bir şeylerle uğraşıyormuş gibi sürekli bir oyalanma hali devam etmekteydi.

En sonunda içimdeki ses ve boğazımdaki düğümlenme yok oldu. Bahanelerimin de ortadan kalkmasının ardından 10 dakika sonra eve dönmek üzere yola koyulduk. 15 km gittik gitmedik yolda bir kalabalık gördük. Belli ki kaza olmuştu. Babam arabayı kenara çekti, arabadan inip kalabalığın bulunduğu yere doğru ilerledik. Kaza başlı başına kötü bir şey. Kazada kaç kişi var ve ne olduğunu anlatmayacağım. Konuyla alakalı olan kısmı kazanın 10 dakika önce olması. Yani biz 10 dakika önce o yola çıksaydı o kazayı biz yapmış olacaktık. İçimdeki ses bizi bu kazadan kurtardı diyebilirim.”

Nasıl? Hikayem tanıdık geldi mi? Hayır ben bu hikayeyi yaşamadım. Ama içimdeki ses çoğu zaman harekettedir. Hikayeyi yazma gerekçeme gelirsek Uygar Şirin’in yazdığı Ümit Ünal’ın yönettiği “Ses” filmi. Film tam olarak olmasa da içimizdeki seslerle ilgili bir konudan yola çıkmış ve değişik bir üslupla anlatılmış.

Filmde anlatılanlar ise; Derya (Selma Ergeç) bir bankanın çağrı merkezinde çalışan ve annesi (Işık Yenersu) ile birlikte yaşayan biridir. Derya’nın rutin giden hayatı, gaipten duymaya başladığı bir sesin ortaya çıkması ile beraber altüst olur. Genç kız başlangıçta sesi duymazlıktan gelmeye çalışsa da ses kısa sürede hayatını kontrol etmeye başlar. Derya’dan işyerindeki patronu ve çocukluk arkadaşı Onur’u (Mehmet Günsür) takip etmesini isteyen ses, genç kızın hayatını giderek korkunçlaşan bir kabusa çevirir.

İçimizdeki seslerin kimi zaman bizi yönlendiği fikri filmde işlenmiş. Belki de geçmişten gelen bastırılmışlıklarımız, kendimizi sürekli susturma çabasının patlamasıdır içimizdeki ses. Ama bu sesin varlığına çoğumuz inanmaktayız. Tabi Derya’nın durumu biraz daha farklı. Ses, Derya’yı tamamen kontrolü altına alıp ona bir takım gerçekleri göstermeye çabalıyor. Bu gerçekler kimi zaman güzel kimi zaman korkutucu olabilir.

Klasik Ümit Ünal çizgisinden farklı bir film. Belki de senaryonun Ümit Ünal’a ait olmamasıyla alakalı olabilir. Tabi tamamen de aykırı değil. Açıkçası filmi beğendim. Filmde en beğendiğim şey kurgusu oldu. Kurguya baktığım da Çiçek Kahraman ismini görmem açıkçası beni şaşırtmadı. Hayali güzel yansıtmayı başarmış. Belki de filmde en başarılı bulduğum nokta kurgu oldu. Bir emek var ve görmezden gelinemeyecek güzellikte olmuş. Filmi anlatmadan ufak detayları hakkında bilgi vermemde bir sakınca olmaz. Derya’nın bir fotoğrafla ilgili gerçeği bulduğunda fotoğraftaki karakterlerin Derya’yı alkışlama fikri gayet güzel ve esprili olmuş.

Görüntü yönetimine baktığımda, kişileri yan yana gösterme gayretiyle görüntülerde aynalar gayet başarılı kullanılmış. Derya’nın annesiyle konuştuğu sahne de ayna üzerinden diyaloğu tek planda vermek izleyici yormuyor bile. Zekice düşünülmüş bir plan olmuş film içinde. En çok beğendiğim planlardan biri olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Bazı sahneleri de açıkçası çok gereksiz buldum. Mesela “Süt Anne-Kapkaç” sahnesi. Ses saçma bir şekilde Derya’yı Onur’un süt annesine (Serra Yılmaz) yönlendiriyor. Amaç ne, hikayeyi ne derece etkiliyor. Açıkçası havada kalmış. Sadece hikayeyi çokta etkilemeyen bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Ses Cahide dedi ve Derya’nın ona inanmasını sağladı o kadar. İlla bir inandırma çabasını kör göze parmak olarak vermek varsa zaten film içinde pek çok şey, özellikle son sahnelere doğru ispatlar nitelikte verilmiş.

Filmde Van Gog ile ilgili tam da ses konusu üzerine güzel bir hikaye anlatılıyor ve sonu da çarpıcı bir biçimde bağlamışlar. Güzel bir ironi oluşturmuş ama yapay kalmış. Daha inandırıcı olmasını beklerdim. Zaten pek çok yerde Selma Ergeç’in oyunculuğu teklemelere uğramış. Birkaç yerde oyundan koparabiliyor oyunculuk. Mehmet Günsür ise bildik oyunculuğuna devam etmiş. Esk

Kim bilir belki de içimizdeki ses değil de aslında bizidir. Sadece yüksek sesle söylemediklerimizi içimize hapsetmişizdir. İçten içe söylemek isteyip de çıkaramamışızdır. Sonrada bir volkan misali patlamaya yüz tutunca sığınak olarak “İçimizdeki Ses” yalanına sığınmışızdır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar