45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Ödül Gecesi

Bir festivali daha geride bırakıyoruz. Akşam gerçekleşecek ödül töreniyle de meraklar sona erecek. Pek çok kişinin favorisi ödüllere layık olurken pek çok kişinin favorisi de tabi ki ödül alamayacak. Neden mi? Çünkü çeşitli sebeplerden ödüle layık görülemeyecekler.

Ben festivallerde ödül alan çoğu filme artık güvenmemeyi öğrendim. En azından jüri ve festival bağlantılarına iyi baktıktan sonra güvenemeyebilirim. Bunu film değerlendirmelerinin ardından açıklarım.

Festival filmlerini eğer demetozturk.com takipçisiyseniz daha önce açıkladığımı da bilirsiniz. Filmlerin pek çoğu gösterime girmedi henüz. Ben de altı üstü 4 filmi izleme şansı buldum. İzlediğim bu dört filmde ödüllü filmler. Yani rakiplerin hepsi birbirinden güçlü. İzlediklerimle beraber incelediğim 7 film var. Hemen yazarınızın görüşlerini ödüllerden önce belirtim bakalım kaçta kaçı tutacak. Hadi bahisler başlasın bakalım.

Hatırlatma amaçlı yarışan filmleri tekrar sunuyorum:

"BAŞKA SEMTİN ÇOCUKLARI" -Aydın BULUT
"ÜÇ MAYMUN" - Nuri Bilge CEYLAN
"GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ" - Raşit ÇELİKEZER
"HAYAT VAR" - Reha ERDEM
"İKİ ÇİZGİ" - Selim EVCİ
"SON CELLAT" - Şahin GÖK
"GÖLGE" - Mehmet GÜRELİ
"PAZAR" - Ben HOPKINS
"ULAK" - Çağan IRMAK
"SÜT" - Semih KAPLANOĞLU
"GİTMEK" - Hüseyin KARABEY
"VİCDAN" - Erden KIRAL
"BUNU GERÇEKTEN YAPMALI MIYIM?" - İsmail NECMİ
"DİLBER'İN SEKİZ GÜNÜ" - Cemal ŞAN
"PANDORA'NIN KUTUSU" - Yeşim USTAOĞLU
"NOKTA" -Derviş ZAİM

Bu filmler içinde Ulak, Nokta, Gitmek ve Gölge’yi izleme şansı buldum. Bu filmlerin hepsi de ödüllü. Mesela “En İyi Müzik” ödülü sahibi Nokta bu ödülü sonuna kadar hak ediyor. Gözüm kapalı bende bu ödülü bu filme verirdim. Gitmek, içinizden gidecek tarzda bir film. Ne de olsa gerçek yaşanmışlıklar gerçek yaşayanlar tarafından aktarılmış beyaz perdeye. İçleri dağlayan bir aşk hikayesi ve onun kahramanları. Gölge edebiyat uyarlaması bir film. Bu sebeple edebiyatın ağırlığı var üzerinde. Ama kadın ihtirasları üzerine izlenmesi gereken ya da kitabı alınıp okunması gereken bir film. Bu ödül alan filmlerin yine ödülle döneceğini düşünüyorum.

Ulak ise benim canım yönetmenim Çağan Irmak’ın filmi. Biliyorsunuz zaten filmi çoğunlukla (sıralama da popüleritesi en fazla olanlardan biri). Görüştüğüm bir sinema yazarı bana Çağan Irmak’ın her geçen filmde kendini yenilediğini, farklı bakış açılarına sahip olduğunu ve başarısının her zaman artacağına inandığını belirtmişti (konuşmanın minicik bir bölümü).

Neyse diğer 3 filmle ilgili izlenimimi belirtim. “Başka Semtin Çocukları” filmini kesinlikle izlemedim. Gerçi yeni sinemacılardan olan Aydın Bulut’un başarılı işleri olmuştur ama bu film nasıldır bilmiyorum. Galası da 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de yapıldı. Filmin konusu: Çöplerin içinde bulunan bir ceset. İstanbul Gazi Mahalle’sinde işlenmiş bir cinayet. Öldürülen gencin ağabeyi Güneydoğu’da yaptığı askerliğini yeni bitirmiş, geri dönmekte… Kardeşinin katilini bulmak için harekete geçtiğinde cevaplanması zor sorularla dolu bir başka savaşın içine sürüklenmektedir. Gerçeğin arayışı içinde iz sürerken, “kaybedilen” şeyin sadece kendi kardeşinin hayatı olmadığını görecektir.

“3 Maymun”… Gururumuzdur bu film bir yerde. Cannes film festivalinden etkilenme olmazsa nasıl olur bilemem ama en iyi yardımcı erkek veya umut vaad eden erkek oyuncu ödülleri adı altında Ahmet Rıfat Sungar’ın ödül almasını bekliyorum. “3 Maymun”un konusuna gelince: Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?

Sırada ise televizyon dizilerinden daha çok aşina olduğumuz isimlerin yer aldığı film “Gökten 3 Elma Düştü”… Küçük hırsız Genç Ali evden, annesinden ve nadiren gördüğü babasından kaçmıştır. Nasıl karşılanacağını bilmeden, İstanbul’da oturan, daha önce hiç görmediği dedesine doğru garip bir yolculuğa çıkar…

"HAYAT VAR" - Reha ERDEM : Hayat (14), babası ve yatalak dedesi ile birlikte, nefes kesici güzellikteki İstanbul Boğazı'na açılan bir dere ağzına kurulmuş, derme çatma ahşap bir evde yaşamaktadır. Boğaz, güzel olduğu kadar da karanlık ve tehlikelidir. Babası ailenin hayatta kalmasını sağlamak için küçük teknesiyle bu sularda balıkçılık yaparken, bir taraftan da birtakım yasadışı işlere girip çıkar. Hayat, bu zorlu, sert ve acımasız dünyaya doğmuştur ama yaşama sıkı sıkıya sarılır. Dünyadaki adaletsizliklere karşı cesaretini, dayanıklılığını ve umudunu yitirmez.

"İKİ ÇİZGİ" - Selim EVCİ : İki Çizgi, günümüz İstanbul’unda yaşanan genç bir erkekle bir kadının ilişkisi üzerine bir hikaye anlatıyor. Mert ve Selin birlikte yaşamaktadırlar. Mert, zamanını fotoğraf çekerek geçirirken Selin bir şirkette çalışmaktadır. İkili, tatile çıkmaya karar verir ama yolculukları planladıkları gibi gerçekleşmez.

Olaylı filmdir. Çünkü festival öncesi yapılan açıklama da bu filmin yalnızca Kadir İnanır’ın oyunculuğu için kabul edildiği söylendi. Hatta Şahin Gök filmi çekmeyi planladığını açıkladı ama görülen o ki festivalde bulunma avantajını kullanıp polemiklerden reklamı amaçladılar. Tebrik etmek lazım çünkü reklamın iyisi kötüsü olmaz diyerek yaptılar bir seçim. "SON CELLAT" - Şahin GÖK : Öykü, ülkenin askeri yönetimle idare edildiği bir dönemde geçer. Savcı Yusuf ile arabacı Bayram, dönemin eylemci gençlerinin de tutuklu bulunduğu bir hapishanede tanışırlar. Bu onların dostlukla başlayan ve ibretlik bir acıya dönüşen bir sürelik yaşamlarının öyküsüdür.
Savcı Yusuf’un oğlu Emre, dönemin eylemci gençlerinden biridir ve babasıyla arasında siyasi görüş ayrılıkları vardır. Emre’nin, anne ve babasının korktuğu gibi bir çatışmada öldürülmesi anne ve babasının yollarını ayırır. Savcı, uğradığı duygusal değişim nedeniyle oğlunun evde bıraktığı “Özgürlük” afişlerini sokaklara asmaya çıkar. Bu eylem sırasında yakalanır, üstelik bu çatışmada gerçekleşen bir asker ölümünün suçu da üzerine kalır. İdamla yargılanmak üzere hapse atılır. Arabacı Bayram kendisi güç bela geçinirken, akrabası olan, çocuklu, hoppa bir kadınla evlendirilmiştir. Bayram, cinselliğine de yanıt vermeyen Hafize’yi bir gün bir adamla birlikte yatakta ölü bulur. Olaya Bayram’dan hemen sonra şahit olan küçük Ali ve polislere göre, katil Bayram’dır. Her şey bir kıskançlık cinayeti gibi görünmektedir. Savcı Yusuf hapishaneye geldiğinde, arabacı Bayram koğuşun şamar oğlanıdır. Yusuf, güçlü kişiliğinin de etkisiyle Bayram’ı korumaya alır. Bu arada devletin kendisine tayin ettiği avukat, Bayram’ı cellatlık yapmaya zorlamaktadır. Bayram cellat olmayı kabul ederse cinayet soruşturmasından kurtulacak ve özgürlüğüne kavuşacaktır. Bayram saflığının da etkisiyle kandırılır ve yaşadığı ikilemle Savcı Yusuf’un uyarılarına rağmen cellatlığı kabullenmek zorunda kalır.

"PAZAR" - Ben HOPKINS : Mihram, doksanlı yılların ortasında, Doğu Anadolu'nun bir sınır köyünde yaşayan, ticari kafaya sahip, uyanık bir küçük tacirdir. Büyük işler bağlamak için birçok fikri vardır ama bu fikirleri hayata geçirecek sermayeye sahip değildir. Verici konduğunu gördüğünden beri cep telefonu satan bir dükkan açmaya karar vermiştir. Bir gün, kasabadaki dispansere ilaç taşıyan kamyonun soyulması üzerine çaresiz kalan hekim Mihram'dan karaborsa ilaç bulmasını ister. İlaç acilen çocuklar için gereklidir. Mihram'ın ticarette düsturu "Ne gerekirse bulurum"dur.
Mihram bu durumu hayatını nihayet değiştirebileceği bir fırsat olarak görür. Kamu parasıyla kumar oynayacak, sınır ötesine, Azerbaycan'a, kaçakçılık yapacaktır. Eğer kaybederse toplumdan dışlanacağının farkındadır, ama kazanırsa hayal ettiği işi kuracak kızına ve karnı burnunda karısına daha iyi bir gelecek hazırlayacaktır. Ama iki öğeyi hesaba katmamıştır: Onu örgüte katılması için zorlayan yerel mafya liderini ve piyasanın acımasız kurallarını.
Pazar: Bir Ticaret Masalı, kapitalist öğretinin egemen olduğu dünya ticaretinin küçük bir halkasını tasvir ederken, yoksulluğun ve köşe dönücü zihniyetin bireyi değer erozyonuna uğratmasını, vicdanını yok etmesini ele alır. Mihram'ın serüveni aşık geleneğini andıracak biçimde türkülerle, bir masal gibi anlatılır.

"SÜT" - Semih KAPLANOĞLU : Liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavını kazanamayan Yusuf, taşradaki geleceğinin ona getireceklerinden kuşkuludur. Yusuf’un büyük bir tutku ile yazdığı şiirler, adını sanını kimsenin duymadığı bazı edebiyat dergilerinde yayınlanmaktadır. Ama ne şiirin ne de ürettikleri, değeri günden güne düşen sütün Yusuf’a ve annesi Zehra’ya bir katkısı vardır. O güne dek Yusuf’un dul annesi Zehra, tüm ilgisini Yusuf’a yöneltmiştir. Halen genç ve güzel bir kadın olan Zehra, kasabadaki istasyon şefi ile gizli bir ilişki yaşamaktadır. Annesinin ilişkisinden haberdar olması ve çocukluğunda geçirdiği bir rahatsızlık dolayısıyla askerliğe alınmaması,Yusuf’u gençlikten yetişkinliğe atacağı adım konusunda daha bir tedirgin kılar. Acaba Yusuf, huzurlu yaşamında baş gösteren değişimlerle baş edebilecek midir?

"VİCDAN" - Erden KIRAL : “Bu, aile olmaya çalışan, aileyi düşleyenlerin hikayesidir.
Eş ya da yaşam hakkında düşünülenlerin gerçekle uyuşmadığı anlatılır.
Yaşamda kararlı bir adım atılırsa insanın önünde büyük bir kapı açılabilir.. Mecazi anlamda şunu düşündüm; rüzgar o kadar güçlü ki insanlar yol alabilmek için onunla boğuşmak zorunda kalıyorlar.. Ayakta kalmaya çalışan insanların gizemli dünyalarında gezineceğiz.”

"BUNU GERÇEKTEN YAPMALI MIYIM?" - İsmail NECMİ : Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkan film, İstanbul’da yaşayan Alman bir kadının, Petra’nın, sıradışı yaşamını konu eder. Hayatındaki ani iniş çıkışlarla, zaman zaman sanki bir senaryoyu takip ettiğimizi bize düşündürten bu sıradışı hikayenin başrol oyuncusu, aslında gerçek yaşamın bir başka yüzünü gösterir bizlere: En nihayetinde hiçbir şey, hayat kadar sürprizlerle dolu değildir. Hatta kurgu bile! Maskeli Terapisti Herold ile yaptığı konuşmalarında Petra’nın hayatı izleyicinin gözleri önüne serilirken, Petra, İstanbul, Almanya, aile, arkadaşlar, uyuşturucu ve ölüm gibi temalarla yüzleşir. Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?, gerçek hayat ve kurgu, belgesel ve drama arasında gidip gelirken, “Gerçek hayat aslında kurgudan daha ilginç olabilir mi?” sorusuna cevap arıyor.

"DİLBER'İN SEKİZ GÜNÜ" - Cemal ŞAN : Doğu’nun kıraç topraklarında, fakir bir köyde annesi, babası ve kardeşleriyle yaşayan Dilber, çocukluk aşkı Ali ile evlenme hayalleri kurmaktadır. Dilber ile Ali birbirlerine aşıktırlar ama Ali’nin babası, oğlunu bir başka kızla evlendirmek için arkadaşına söz vermiştir. Bu söz her ne olursa olsun tutulmalıdır. Çaresiz, Ali, babasının verdiği söz nedeniyle çocukluk aşkı Dilber’e bir başkasıyla evleneceğini söyler. Dilber bunu kabullenemez. Eline aldığı orakla Ali’nin evini basar. Ali’nin babası ürkmüştür. Dilber’in peşinden avluda kendi ailesi ve köy halkı da toplanmıştır. Ali’nin babası durumu Dilber’e de izah etmeye çalışır. Dilber, ikna olmasa da orada kararını verir. Kendisini isteyen ilk adamla evlenecektir. Evin ahırına kendini kapatır. Babası, annesi, kardeşleri bu kararından vazgeçmesi için çok uğraşır ama başaramazlar. Dilber, kararlıdır… Topal bir adam ağır aksak yürüyerek köye yaklaşmaktadır…

Ve işte favorilerimden biri. Bu filme nedense içim ısındı. Onur Ünsal olması etken dendiğini duyar gibiyim. Evet Onur Ünsal bir etken. "PANDORA'NIN KUTUSU" - Yeşim USTAOĞLU : İstanbul’un farklı bölgelerinde yaşayan, her biri diğerinden farklı sorunun ve hayat standardının içinde sıkışıp kalmış, birbirinden habersiz, tam anlamıyla orta yaş ve sınıfa mensup üç kardeş, bir gün doğup büyüdükleri Batı Karadeniz’in dağlarındaki köylerinden gelen bir telefon ile bir araya gelir. Yaşlı anneleri Nusret Hanım kaybolmuştur. Annelerini bulmak için bir araya gelen üç kardeşin bu metazori yolculuğu saklı kalan pek çok sorunun, hayatlarındaki ve ilişkilerindeki birçok çarpıklığa dair iyi kötü pek çok şeyin, tıpkı Pandora’nın Kutusu’ndaki gibi, açılmasına neden olur...

Bakalım ertesi gün çıkacak yazılar ve akabinde çıkmasını beklediğim polemikler neler olacak. Hadi bakalım bahisler açıldı, oylar kime. Sonuçlara 24 saatten bir zaman var. Umarım İstanbul Film Festivalinde yaşanan saçmalık olmazda gerçekten iyi film en iyi film seçilir. Yapımcılar birliği, siyad jüriyi etkilemez umarım. Girişte belirtmeye çalıştığımda aslında tam bu konu. Festivallerde ödül alan filmler neden gişe de başarılı bulunmaz. Cevabı çok basit çünkü kimi zaman (gerçekten hakkıyla verilen ödüller de var. Yalnızca genel bir kanıya açıklama)ödüller filmlerden ziyade iş ilişkilerine, bağlantılara veriliyor. O yüzden bir film ödül aldı diye onu beğenmek zorunda değilsiniz, eleştirilerinizi açıkça belirtebilirsiniz.

(Bu konuya festivalden sonra uzun uzun değineceğim. Yaşanan hadiselerle açıklamak daha uygun görülür sanırım)

Benim ödülleri toplamasını beklediğim filmler ise: "3 Maymun", "Pazar" ve "Pandora'nın Kutusu".

Hatta Yavuz Bingöl ve Tayanç Ayaydın'ın En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaşacağını düşünüyorum. Bir de "Vicdan" ile Nurgül Yeşilçay'ın ödül alamama orucunun bozulacağını düşünüyorum. En iyi kadın oyuncu olabilir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar